TÜRKİYE’DE REJİM VE 20 YILLIK AKPARTİ İKTİDARI
Genelde bir ülkeyi, özelde Türkiye’yi idare etmek için şu alanların tamamını kontrol etmek / yönetmek gerekir:
- Hükümet
- Bürokrasi
- Askeri bürokrasi
- Yargı bürokrasisi
- İdari bürokrasi
- Sermaye
- Medya
- STK lar ve Meslek Odaları
- Sanat ve entelektüel camia
- Akademik kurumlar
- Tarih yazıcılar
- Eğitim kurumları
- Müfredat oluşturan gruplar
Kolayca anlaşılabileceği gibi bu alanlardan sadece ilki halka açıktır, diğerleri rejimi kuran akıl tarafından oluşturulur, süreç içinde revize edilir-biçimlendirilir ve yönetilir.
Rejim ve idare farklı kavramlardır. Rejim işin ruhudur idare ise fiziki yapısı yani bedeni. Seçimle gelen hükumetler yönetim icraatını geçici bir süre zarfında ve bürokrasi ile ortaklaşa yapmak durumundadır. Yani seçilerek gelmiş bir hükumetin idari sistemin tamamına hâkim olması mümkün değildir, hatta etkinlik alanı %30ları geçmesi normal şartlarda mümkün değildir. Sadece sürekli değişen konjonktüre göre belirlenen güvenlik politikalarını, ekonomi – maliye politikalarını ve diplomasiyi yönetmek seçilmiş bir hükümetin hemen hemen tüm mesaisini alır.
Rejime ruhunu veren ve sistemi nasıl işleyeceğini belirleyen güce “Kurucu Akıl” denir. Kurucu akıl; ülkenin kuruluşunda devletin yapılandırılmasında anayasanın ve kanunların hazırlanmasında etkili olan iradedir. Kurduğu yönetim sistemine o ülkenin rejimi denir. Kurucu akıl rejimi anayasa ve kanunlar eliyle ve topluma dayatır. Bu iradeye uymayanlara karşı yasalara dayanan gücünü kullanır ve sistemle uyumlu hale getirecek otoriteyi kurar. Kurucu aklın toplumu ve rejimi kontrol etmek için kullandığı mekanizmalara, kurumlara, işleyiş sistemine ve ideolojisinin toplamına o ülkedeki Vesayet Düzeni denir. Vesayet düzeni hiçbir zaman sadece resmi kurumlardan oluşmaz, sivil kurumlar, dışarıdan etki eden güçlerle birlikte bu düzenini oluşturur.
Türkiye’de rejim 1920’lerde yıkılan Osmanlı Devleti’nin devamı olarak kurulmuştur. Burada dikkat edilecek husus kurulan şeyin yeni bir devlet değil yeni bir yönetim biçimi, yani REJİM olduğudur. Ülkede ordu, yargı, emniyet güçleri gibi devlet kurumlarının yüzlere –hatta- binlerce yıllık geçmişi olması kurulanın bir devlet değil yeni bir rejim olduğunu gösterir. İstanbul’da yıkılanın yerine Ankara’da kurulan rejimin temel referansı batılı devletler ve onların yasaları – ideolojilerdir. 1924 anayasası ve o dönem çıkarılan bütün kanunlar batı dünyasını referans almıştır, bu da yeni rejime batıcı bir karakter verir.
Ülkelerde rejimler anayasalar eliyle karakterini bulur demiştik. Bizde bugüne kadar rejimi işleten 3 anayasa yapılmıştır. İlk anayasa 1924’te çıkarılmış 1961 ve 1982 anayasaları bu ilk anayasanın temel ruhuna dokunmadan konjonktüre uygun güncellemeleri olarak yapılmıştır. Her üç anayasa da askerlerin merkezinde olduğu siyasi bir güç tarafından oluşturulmuştur. İlki çoğunlukla milli mücadele dönemini yürüten asker-sivil / aydın-bürokratlardan oluşan bir grup tarafından, diğer ikisi darbeyle yönetimi ele geçirmiş askerler tarafından yapılmıştır.
Ülkemizde geçtiğimiz yüz yılda kurulan rejime ruhunu veren akıl hiçbir şekilde sadece askerlerden oluşmamıştır. Arkasında yabancı ülkelerin etkisine açık, yerel bazı odakların ve oligarşik bir yapının dokunuşu her zaman rejimin üzerinde etkili olmuştur. Nitekim yukarıda saydığımız yönetim alanları sadece resmi bürokratik kurumlar değil; geniş bir sivil yönetim alanını da içermektedir. Bir ülkede rejimi yöneten aklın sadece resmi görevliler – bürokratları değil, sivilleri de karar ve uygulama süreçlerine dâhil etmesi gerektiği bilinen bir gerçektir.
Günümüz özeline dönersek; son zamanlarda sürekli dile getirilen bir tespit var: AK Parti 20 yıldır ülkeyi yönetiyor istediği her şeyi yaptı ya da yapabilirdi. Hayır, bu kesinlikle doğru bir tespit değil.
AK Parti 20 yıldır sadece hükümeti yönetiyor, yani yukarıda sıralanan 7 (alt maddeleriyle 13) alandan sadece bir tanesi olan hükümeti. Diğer alanlara ne kadar egemen olduğunu tartışmak ayrı bir yazının konusu ama hiçbirinde belirgin bir üstünlüğü olduğunu söyleyemeyiz. Bürokraside memurların çoğu hala AK Parti karşıtı, medyada bir kontrol var gibi görünmekle birlikte bu sadece artık etkisini büyük ölçüde kaybetmiş geleneksel medyada söz konusu. Artık gündemi kontrol eden sosyal medya alanında AK Parti’nin etkisi hemen hemen hiç yok. 20 yıl içinde belli bir sermaye gücü oluşturuldu ancak 150 yıllık İstanbul sermayesi ile kıyaslandığında hem zayıf hem de kendi içinde zamanla karşı tarafa kolayca geçen kaypak bir yapısı var. Aynı kaypaklık “özellikle 2007’den başlayarak” pek çok siyasi ve yazar – çizer – sanatçı grubu için de geçerli.
Geride bıraktığımız ve AKParti yönetiminde geçen 20 yıl içinde kazanım sağlanan en önemli alanlar ise, askeri vesayet. Bu konuda topumu her yönüyle baskı altına alan 28 Şubatçı yapı büyük ölçüde tasfiye edildi. Ayrıca Fetö gibi komplike ve karanlık bir teşkilat ta toplumdan “büyük bedeller ödenerek” temizlendi. Bunlar ülkenin vesayet sisteminde çok önemli belirleyiciler olmakla birlikte etkilerinin azaltılması sistemin artık AKParti kontrolünde olduğunu göstermez.
Bunun dışında yaşadığımız pek çok hadise; entelijansiyadan akademiye, STK’lardan sanat camiasına kadar bütün alanlarda muhafazakâr akla ve yönetime karşı bir zihniyetin egemenliğini her gün gösteriyor.
Peki, toplumun büyük kesimine hâkim olan muhafazakâr karakter neden bu yönetim alanlarına nüfuz edemiyor? Bunda mevcut oligarşik yapıların bir kabuk oluşturarak kendini koruması kadar toplumun çoğunluğunu oluşturan muhafazakâr kitlenin bu kurumları kontrol edebilme yeteneğinin sınırlı olmasının da etkisi var. Toplumun yaklaşık yüzde yetmişini oluşturan muhafazakâr – milliyetçi – Osmanlı değerlerine sahip kesim eğer rejimin kontrolünü hedefliyorsa daha organize, güçlü ve planlı olmak zorunda. Bu misyon bugüne kadar hükümet olma işini mükemmel derecede yerine getiren AK Parti’nin üzerinde ve dışında ama aynı zemin üzerine oturan büyük kitlenin tamamının temel vazifesi; AKParti’nin kurumsal işi değil.
Bu kitlenin sivil aklının, öncelikle entelijansiyasının bu konuda sürekli tarihe dönük referanslarla hareket edip nostaljik güzellemeler yapmanın dışında günümüze dönük ortak aklı oluşturmak gibi bir çabaya girmesi gerekiyor. Ancak bu konularda kafa yoracakların, özellikle son 10 yılda çok yaygın görülen “ilk fırsatta davayı satıp karşıya geçme” karaktersizliğine düşmemesi lazım. Bu işe soyunanlar kişilik sahibi olmalı, süreci iyi okuyabilmeli, donanımlı ve cesaretli olmalı. Yoksa bir fare tarafından yönetilen fil sürüsü olmaktan ileri geçemeyeceğiz. Maalesef durum son 20 yılda yakalanan bütün ekonomik – idari kazanımlara rağmen çoğu alanda böyle görünüyor. Artık milliyetçi muhafazakâr camia ülkede rejimi “optimize edecek” yeni bir anayasayı, yönetim sistemini ve siyasi söylemi geliştirmek zorundadır.
Bu Ak Parti’nin hükümet politikalarının dışında ve üzerinde bir konudur, bu çalışmayı AK Parti’den değil AK Parti tabanının oturduğu muhafazakâr kesimin tamamından beklemek durumundayız. Bu hepimizin görevi
Ses kaydı olarak dinlemek için tıklayın
www.youtube.com/@haritaciseyyah
YanıtlaSilalanya
YanıtlaSilamasya
ankara
antakya
antalya
ZH26
bursa
YanıtlaSilmalatya
denizli
şirinevler
esenyurt
EY1
Ekonomi, hukuk, tarım, eğitim sistemi, kurumsal yapı başta olmak üzere tümüyle rezil edilmiştir. Fethullahçı yapının, alınları secdeye varıyor diye, ne istediyseniz vermedik mi denilerek bürokrasi ve yargı resmen teslim edilmiştir. Liyakatsizlik, nepotizm, torpil, kayırma cabasıdır. Temel hak ve özgürlükler başlangıç döneminde AB uyum yasaları sayesinde olumlu gelişmeler olsa da sonrasında berbat edilmiştir. Sırf ekonomik olarak yapılan büyük hatalar konuşulsa bu makaleyi komple silersin. Özetle saçma, gerçeklerden kopuk bir yazı olmuş, içi boş bir cilalama yazısı!
YanıtlaSilنفخ المجاري بالاحساء QOKofn7SDQ
YanıtlaSilشركة دهانات وديكورات بجازان
YanıtlaSiljm5EWJVXI8